“Ben size alışamam”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 17 Temmuz 2013 tarihinde gerçekleştirilen AKP’nin il başkanları toplantısındaki konuşmasında “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben dört dörtlük bir Alevi’yim” açıklamasında bulunmuştu.
Erdoğan’ın Aleviliği yanlış anladığı üstüne kelam etmek haddime değil, Alevi dernek ve federasyonları kendisine gereken cevabı o zaman vermişlerdi. Ardından “kardeşlik projesi” deyip camii ve cemevinin iç içe olduğu bir projenin açılışını yapması da yıllardır asimilasyona karşı mücadele eden Alevileri ne kadar anlamamış olduğunu gösterdi.
O sıralarda sosyal medya üzerinden “#AnayasadaLGBT” hashtagi ile başlattığımız bir kampanya yürütüyorduk. Erdoğan’ın sürekli “dört dörtlük” bir şey olma hali ve asıl bir şey olanlara “sizden öğrenecek değiliz” çıkışmaları acaba bize yani LGBT’lere ne zaman denk gelecek diye düşünüyorduk. Zira Erdoğan affedersiniz Ermeni, Rum ya da LGBTİ dışında her şeydi: Kürt’tü, Alevi’ydi, başörtülüydü ve bütün bunların her birini “çok iyi biliyordu”.
Ama bu toplumda bir de LGBTİ’ler vardı. Hani Onur Yürüyüşünde “çok eğlenceli” deyip beraber yürüdüğünüz ama sokakta görünce alaycı bakışlara maruz bıraktıklarınız. Yaşam hakkı tanınmayan, katilleri haksız tahrikle mükâfatlandırılan LGBTİ’ler.
Neyse, ezilen kimlikleri sahiplenen ama ezmeye devam eden bir Başbakan ile karşı karşıyaydık. Öncelikle madem tüm ezilmişlikleri bünyende barındırıyorsun LGBTİ’ler neden yok diye sormak ardından da bütün söylemlerine rağmen bu ezilenler neden hala eziliyor demek gerekiyordu. Bunu diyebilmek için elimdeki karakter sayısı sınırlıydı: 140!
Bir de #AnayasadaLGBT yazdıktan sonra geriye 125 karakter kalıyordu. Ne yapıp edip demek gerekiyordu, hem LGBTİ kampanyası yapıyorduk hem de meselemiz tek başına cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği değildi her zamanki gibi; etnik ve dinsel azınlıklarla cinsel azınlıkların dayanışmasıydı!
O gün durumu özetleyen cümlem şuydu: “Erdoğan’dan ‘Dört dörtlük ibneyim/İbneliği sizden öğrenecek değilim’ açıklaması bekliyorum. #AnayasadaLGBT”. Bunu yazdık ve geçti, her zaman kullandığım kelimelerle kendimi ifade edebilmenin rahatlığı içerisinde “olağan hayatıma” ve “ibneliğe” devam ediyordum. Ta ki bir gün polis bir çağrı kâğıdını elime verene kadar…
Yüce devletimizin polisleri meğer tebligat memurluğu da yaparmış “destan yazmadıkları” zamanlarda. Tebligat parçasında “kamu görevlisine hakaretten” hakkımda şikayet olduğu ve bu sebeple Vatan Emniyet Müdürlüğü’nün Güvenlik Şubesi’ne ifadeye çağrıldığım yazıyordu.
Devletlû memurlarımıza konuyla ilgili malumatlarının olup olmadığını sorunca “Başbakanımıza hakaret etmişsin. Ondan şubeye bekleniyorsun” cevabı geldi.
Hasbin Allah deyip ne demiş olabilirim diye kara kara düşünürken karakola gitmeye karar verdim. Karakolda tabii ki ifade vermeyecektim, (dört senelik hukuk formasyonunun bana kazandırdığı en mühim bilgidir) sadece gidip “suçumu” öğrenecektim.
Karakolda dosyama kavuştuğumda “suçumu” öğrenmiştim: Başbakan’a “ibne” demişim. “Suçlandığım” tweetten yukarıda bahsettim. İşin hukuki kısmına dair söz söylemek bana zül gelir, zira hukuk 1923’ten beri bu ülkenin sadece anayasasında yazılı bir kaide.
Devletin yargısız infazlarla faili meçhul cinayetler armağan ettiği, varoluşu vergilendirdiği ve cezalandırdığı, seçilmişleri, avukatları, basın emekçilerini tutukladığı bir yerde hukuk ne ola ki?
Hukuku biz kadın cinayetlerinde, trans/gey cinayetlerinde haksız tahrik indiriminden ibaret bildik. Hukuk tecavüz davalarında tecavüzcülerin serbest bırakılması, mağdurun cezalandırılması değil miydi?
Özetle, devletin bağlı olduğu hukuku hiçe saydığı bir yerde “suçun gerçekleşmediğini” tabii ki söylemeyeceğim. Hele “sözün” teşebbüs aşamasında kaldığını ve doğrudan kişiye “itham edilmediğini” demeyeceğim. Çünkü burada suç yok, burada suçu Erdoğan işliyor. Bir cinsel yönelimi aşağılıyor, toplumun bir kesimini hedef gösteriyor.
Gey ne kadar bir kimliği/cinsel yönelimi ifade ediyorsa ibne de ondan gayrı değildir, bu topraklara ait bir kimliktir. Birine heteroseksüel demek ne kadar hakaretse berikine eşcinsel/ibne demek de o kadar hakarettir.
Hakaret yıllardır LGBTİ’lere reva görülen muameledir. Katillerimizin haksız tahrik ve iyi hal indirimleriyle ödüllendirilmesidir. Cenazelerimizi imamların kaldırmayı reddetmesidir, trans kadınların gömülürken “erkeğe benzemesi” için saçlarının kesilmesidir, ayrımcılık kanununda yaptığınız ayrımcılıktır, yok saymaktır, varoluşumuzu her gece Kabahatler Kanunuyla cezalandırmaktır.
Hakaret Ülker Sokak’ta Hortum Süleyman’ın, Ankara’da balyoz timinin translara yaptığıdır. Dolayısıyla davaya dönüşmesi muhtemel bu durum politiktir, bana değil LGBTİ hareketine yöneltilen bir “suç duyurusudur”.
Bu, ibne politikası ve quir yoldaşlığı yapan, LGBT hakları için mücadele eden, heteroseksizme/heteronormativiteye başkaldıran herkesedir. Tam da bu nedenle bu durumda getireceğim herhangi bir “kanuni” savunma mevcut değil. Kanun bu davada keenlemyekündür! Yok hükmündedir!
Davada benim için muteber olan tek şey “ibneliktir”. Yıllardır ibne politikası yapan ve kendini ibne diye tanımlayan biri olarak Recep Tayyip Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulunuyorum, ibneleri/ibneliği yedirtmeyiz!
İbnelik ne ayıptır ne günah. Biz ibneliğe sahip çıkıyoruz, onurunu da utancını da sahipleniyoruz. 21 yıldır yürüttüğümüz örgütlü mücadelenin birikimidir kimliğine sahip çıkmak. Son Onur Yürüyüşü'nde seksen bin kişinin haykırmasıyla öğrenmemiş Erdoğan ve şürekâsı ibneliği.
Öğretelim efendim. Onu da bizden öğrenin. Biz ibneliği çok iyi biliriz! (LP/ÇT)